Denemeler;

(BETİMLEME)

Dil bir ağaca benzer. Dil ağacın gövdesidir. Görünen yüzüdür. İki taraflı uzuvları vardır. Bunlar kökler ve dallar. Dallar kalından inceye uzar tıpkı Lehçe, Şive ve Ağız gibi. İlk dallar “lehçe”dir. Kalındır ve gövde olan dile en yakın olanıdır. Sonraki dallar ise “şive”dir. Dil gövdesinden uzakta ama kendi içinde bir bütündür. Şivelerden “ağızlar” ortaya çıkar bunlar ise yaprakların ta kendisidir. Yapraktan ötesi yoktur. Olursa da meyvelerden tekrar yeni diller çıkması muhtemeldir. Yapraklar çeşitlidir, rengarenktir. Bazen yeşil olan renginden sararmaya ve dökülmeye başlar. İşte bu durumda aslından kopan ağızlar bazen hiç anlaşılmayabilir. Yaprağından ne ağacı hangi dil olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir. Görünmeyen diğer uzuvlar köklerdir. Dilin kaynağıdır, öncesidir. İşte bu dilin özüdür. Ancak ve ancak eşildiğinde görünür.

Dünyada bir canlıdır. Tıpkı insanlar gibi. İnsan, nasıl dünyada varlığını milyarlarca sayı ile ifade ediyorsa; dünyada bir gezegen olarak, evrende milyarca yıldız ve gezegen içinde yer teşkil etmekte. İnsanın vücudunda yer alan bakteri ve virüslerde aynı şekilde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bir yanda antikor ve yararlı bakteriler varsa da, diğer yanda zararlı bakteri ve virüslerde bulunmakta. Aynen dünya üzerinde yaşayan insanlar gibi. Fabrika bacalarıyla adeta sigara gibi boğuyor yer küreyi. Ormanları katlederek akciğerlerini yok edende bu insan. Bu insan ki, insanlık kadar dünyanın da katilidir. Dünya içinde insan; evrende içinde dünya, bir mikrop kadar küçük ve acizdir.

Umurumda olur mu sanıyorsun sarhoş bir sevda?,
Ben aklımı bir şişe şarapla törpülemedim,
Kafam ayık, alnım ak sevdim!… ” diye devam eden bir sitemkar bir yakarış değildi tüm olanlar. Belki de içimdeki çizgiselliklerin dışarıya yaptığı bir intihar girişimiydi. Ben çizgiler çizerken görmeye alışmışım şişeleri. Bir tutam aşkı tanımlamak sözcüklerle çoğu zaman zor gelmiştir bana. Kalem tutan el şiir yazmaya alışmış bi kere. Üstüne üstlük, çiz çiz diye üstelemek neden? niye?

Karalamaca oynamak ya da bir sidik yarışı değil ki bu. Çizdikçe daha çok seveyim…
Yok öyle arkadaş! Kafan ayık, alnın ak olacak. En azından aşkı öldürürken ıskalama şansın olmaz.

Yıllar geçti aradan. Sonbaharda topladığım o yapraklardan geriye toz taneleri kaldı. Sararan yapraklar mıydı? Yoksa anılarım mıydı? Bilemiyorum. Oysa bir gökyüzü düşlemiştim o yıllarda; masmavi, kimsenin siyahlara boyatmadığı masmavi bir dünya…

Artık eşek kadar olmuşluğumun şu zamanında, o mavi dünyanın içinde yüzüyorum. Maviye aşık olmak nasıl bir şeydir diye sorsanız hala cevap veremem. Belki de her tarifin tahrip olacağının korkusudur. Aşkın en mavisindeyim işte.

Çocukluğumu hoş gör akşam gözlü kız, ben sevmeyi hala cama taş atıp kaçmak gibi seviyorum.

Bezen susar insan ve kana kana içmek ister yanlızlığı…
Artık hayat o kadar acımasız ki. Bir sivrisinek kadar akıllı olamadığımız şu hayatta inadına kan emebilmek için vampir efsaneleri uyduruyoruz.

Efsanelerle vampir oluyoruz, geceleri kanlarını emiyoruz hayallerimizin…
Hayat kan istiyor, düşün bir dakika!

Bir varmış, iki yokmuş. Pireler tellal, keneler cellat iken bir Kepelek yaşarmış.. Yaşarmıymış, yaşam mücedalesi mi verirmiş bunu yazar bile bilmezmiş. Yazarmış, o yaşatırmış cümleleri; içinde belki de ölmüş olan bir Kepelek’i… Şunu biliyordur yazar, keneler dünyaya hükümdar olmaz.. Bu arada konumuz yazar değil Kepelek. Sonra Kepelek yaşarmış, yaşatırmış kurduğu cümleleri…

Bir çerçevenin içine sıkışıp kalmış insanlar değildik hiç birimiz. Üzerimize sürülmüş boyaların rengini değiştirmek de değil hayalimiz. Sadece yüzümüzdeki çizgilerden kurtulmak ve daima genç kalmak isteyen objeleriz.

Evet yaşam her defasında sillesini vuruyor yüzümüze. Birileri bundan rahatsız bile değil. “Yüzsüzlük budur” diye isyan edesi gelse de benliklerimizin; insan olduğumuzu hatırladıkça suskunuşlarda buluyoruz kendimizi… Belki de onlar gibi olmak istemiyoruzdur. İnadına maskeleri çıkartıp, “tüm varlığımızla buradayız” diyebiliyorsanız, işte o zaman varsınızdır. Düşünmenin ötesinde var olmak budur işte.